Manşet

Edirne’de umut için bekleyiş

İstanbul: Suriyeli mültecilerin Edirne’deki bekleyişleri devam ederken çeşitli tehditlere rağmen Yunanistan sınırına yürüyüşlerini sürdürüyorlar. İstanbul Otogarı’nda ise Suriyeli mültecilerin bekleyişleri sürüyor. Yaşanan bu durumu fırsata çevirmeye çalışanlar bir yana Suriyeli mültecilerin yaşadıkları zorlukları takip etmek adına HDK’den oluşan bir heyet Edirne’de gelerek buradaki gözlemlerini kamuoyu ile paylaştı. Yazılı bir şekilde yapılan gözlemin tam metni şu şekilde;

14 Eylül 2015 tarihinde binlerce Suriyeli göçmen, İstanbul Esenler Otogarı başta olmak üzere Türkiye’nin çeşitli yerlerinden Edirne’de bulunan Pazarkule Sınır Kapısı’na doğru yürüyüşe geçtiler. Aynı akşam bir gurup göçmen Esenler’de, başka bir gurup Edirne Otogarı’nda, bir diğer gurup Tem Otoyolu üzerinde ve bir gurup da Edirne merkezindeki bir parkın içinde polis denetiminde bekletilmeye başlandı. Her türlü insani şarttan yoksun olarak iki gün boyunca polis denetiminde tutuldukları bu yerlerde, kentten çıkarılma tehdidiyle bekletilen göçmenlerin durumları, kamuoyunun baskısı ve hükümetin göçmen politikasının belirsizliği sayesinde kısmen gevşetildi.

16 Eylül 2015 günü Esenler’den Edirne’ye gelmek isteyen mülteci baskısının artması ve Edirne Tem Otoyolu girişinin kapatılmasıyla mülteciler otogarda ve kent içindeki parkta sıkıştılar. Polis çeşitli müdahalelerle 17 Eylül günü Tem Otoyolundaki mültecileri baskılamaya ve çeşitli yollarla geri döndürmeye zorladı. 18 Eylül günü üç koldan birleşmek ve sınıra yürümek üzere harekete gecen mülteciler 19 Eylül’de polis tarafından Sarayiçi’ne ve stadyuma gönderilmeye zorlandılar. Şu anda Edirne’de İhsan Topal Parkı’nın içinde bulunan 460 kişi ve Kırkpınar Güreşlerinin yapıldığı Sarayiçi mevkiinde bulunan, çoğunluğu ailelerden oluşan 2000’i aşkın guruplar bekletilmektedir.

Mülteciler Neyi Talep Ediyor?

Mültecilerin en acil talebi insanca yasamak. Türkiye’de geçirdikleri süre boyunca sistematikleşmiş sömürü, temel hak mahrumiyetleri ve devlet tarafından desteklenen nefret söylemi ve ayrımcılık, Ortadoğu’daki savaş ortamını süreklileştirdi.  Konuştuğumuz mülteciler; onurlu yaşamak, gelecekleri üzerine söz sahibi olmak, insan kaçakçılarının eline düşmemek ve en temel söylem ile sadece “yürümek” istiyorlar. Merhametten beslenen yardımları, devletlerin sahte şefkatlerini, yüksek stratejik politikaları ve üzerlerinde oynanan bütün oyunları “terbiyelice” reddediyorlar: “Hepinize teşekkür ederiz ama biz yürümek ve gitmek istiyoruz.” diyorlar.

Mevcut siyasetin komplocu sorularını bir kenara bırakalım. Neden şimdi geldiler? Niçin harekete geçtiler? Kim tarafından yönlendiriliyorlar? Türkiye, daha fazla ödenek almak için mi mültecileri kullanıyor? … Sadece insanın, insan onuruyla yaşama hakkı için, insanın adını unutmakta olduğumuz öz iradesini, kendi kaderini tayin etme ve geleceğini kendi yaratma hakkını desteklememiz gerektiğini düşünüyoruz. Kendilerine “sadece geçenler (yalın gidenler)” (abiroun la aksar) adını veren mülteciler homojen olmamakla birlikte Suriye, Irak, Afganistan, Tunus, Kuzey Afrika gibi pek çok yerden gelen ve her yaş gurubundan oluşan mülteciler 3000’e yakın bir insan topluluğunu oluşturuyor. Bu mülteci gurupların 400 ila 600 kadarı kent merkezinde bulunan parkta, 2000’den fazlası ise Sarayiçi Mahallesinde Kırkpınar Güreşlerinin yapıldığı stadyum bölgesinde her türlü insani destekten mahrum halde tutuluyor.

Göç idaresi, görevini kendi bürokrasisini daha bürokratikleştirmeye sıkıştırıyor. Polis ve jandarma meseleyi sadece güvenlik ve kolluk tedbirlerine indirgiyor. İnsani yardım görevlerine atanmış tek kurum gibi görünen İHH ise devletin yapması gereken asgari insani yardımı göçmenler arasında bir yardım rekabetine çeviriyor. Böylece İslami bir jargonla geliştirdiği “yardım dağıtma-hayır yapma eylemi”, zaten çaresiz olan insanlar arasında sekterliği ve çatışmayı arttırıyor.

Mülteciler en temel sağlık hizmetlerinden mahrum;  barınma, aile birliği ve mahremiyet hakkının olmadığı bir alanda, kolluk kuvvetlerinin gözetimi altında tutularak görünmez kılınıyorlar. Öte yandan Edirne halkı, üzerinde söz sahibi olmadıkları bir sınır yönetiminin sonuçlarını, kentin bütünün “tampon bölgeye” çevrilmesiyle ödüyor. Diğer bir deyişle Suruç’ta patlayan bir bomba, Edirne’den ses veriyor.

Biz, bir gurup gönüllü; mültecilerin isteklerini ve seslerini ulusal ve uluslararası ağlarla birleştirmek, onları daha görünür kılmak ve göçmenleri yeni dünyanın kurbanları olarak seçen tüm anlayışlara karşı durabilmek için bir araya geldik. Yerel dayanışmayla Edirne’de bir koordinasyon gurubu oluşturduk. Bu gurup kendi raporlarını, gözlemlerini ve haber yayma mekanizmalarını kısa süre içerisinde oluşturacak. O zamana kadar Edirne’ de yaşananları bu gibi raporlarla Göçmen Dayanışma Ağı ve İHD’nin sosyal medya kanalları aracılığıyla yaymaya çalışacağız. Koordinasyonun sosyal medya ve vatandaş haberciliği kanalları açıldığı anda da bunu duyuracağız.

Başta Edirne’deki yurttaşlar olmak üzere, tüm Türkiye’de faaliyet gösteren demokratik kitle örgütlerini, sivil toplum kuruluşlarını, siyasi partileri ve gönüllüleri; Edirne’deki mülteci ve göçmenlerin onurlu mücadelesiyle dayanışmaya, sorumluluk almaya ve onların “hayata yürüyüşüne” ortak olmaya davet ediyoruz.  

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu